Ey İnananlar Hitabı!

Kur’ân-ı Kerim’de bazı âyetlerin başında
“Yâ eyyühâ!” şeklinde bir nida kelimesi bulunmaktadır.
Hem “yâ” hem de “eyyühâ”, sonu ünlemle bitecek,
hitap, çağrı, seslenme, emir ve yasak ifade eden
bir cümlenin başına gelebilecek bir kelimedir.

Özellikle bizim dikkatimizi çekmek ve aklımızı,
mantığımızı bu konuya teksif ederek,
tamamen olaya odaklanmamızı sağlamak için,
Rabbimiz tarafından bazı âyetlerin başına
bu ünlem ifadesinin özellikle konduğunu söyleyebiliriz.

Nitekim bu şekilde başlayan âyetlerde insanlara,
inananlara, hatta inanmayanlara da
önemli uyarılar vardır. Bundan önceki bölümde
“Yâ eyyühennâs = Ey insanlar!” diye başlayan
ve inanan inanmayan herkese hitap eden âyetleri
size aktarmaya çalışmıştık.

Şimdi bu bölümde, “Yâ eyyühellezîne âmenû!”
diye başlayan âyetleri ele almaya çalışacağız.
Bu hitap, iman etmeye, “inanmak” mânâsı veren
bazı müfessirler ve meal yazarları tarafından
“Ey inananlar!” şeklinde tercüme edilmiştir.

Dilden dile aktarımın bazı zor tarafları vardır.
Çünkü her dilin kendine göre terim haline gelmiş
özel kelimeleri bulunmaktadır ki, kelime karşılığı
yapılan tercüme o terimin yerini tutmaz.
Bunun Türkçedeki en güzel örneği,
hepinizin bildiği “Katil” kelimesidir.
Doğrudan karşılığı “öldüren”dir. Cümle içinde belki
“filancanın katili” yerine “filancayı öldüren”
diyebilirsiniz. Ama siz, anasını babasını,
çoluğunu çocuğunu öldürmüş birinden bahsederken
“katil” dersiniz, öldüren demezsiniz,
deseniz de bir anlam ifade etmez. Aynı şekilde
cinayet işlemiş birisine, içinizdeki acıyı
ve hıncı belirtmek üzere “katil! katil!” diye
seslenirsiniz, öldüren, öldüren diyerek
içinizdeki o öfkeyi dindiremezsiniz.

İşte bu bağlamda Arapça’daki iman etmek,
Türkçe’de inanmak kelimesiyle ifade edilse de,
iman etmenin tam karşılığı olamamaktadır.
Bunu bilen ve düşünen bazı müfessirler
ve meal yazarları da “Yâ eyyühellezîne âmenû!”
cümlesini, “Ey îman edenler!”
şeklinde tercüme etmeyi tercih etmişlerdir.

İnanmakla iman etmek, aynı anlamda kullanılan
iki fiil gibi algılansa da, aralarında ciddi
bir anlam farkı vardır.
İnanmak, dilimizde
sözlük anlamıyla, doğrulanabilirliği ispat edilebilecek
bir şeyi doğru ve dolayısıyla gerçek olarak
kabul etmek demektir. Mesela ateşin yaktğını,
biberin acı olduğunu, biliriz ve inanırız.
Doğruluğu ve gerçekliği kesin olan bir şey,
aynı zamanda güvenilir bir özelliğe de sahip demektir.
Bu yüzden doğru sözlü olduğuna inandığımız birine,
aynı zamanda güveniriz de...

Bütün bunlar gözümüzle gördüğümüz, deneyerek
tecrübe ettiğimiz somut olaylar için geçerlidir.
İman etmek ise dilimizde tam karşılığı olmayan
“güçlü biçimde inanmak” diye tercüme edebileceğimiz
Arapça bir fiilin mastarıdır. İman etmenin
inanmaktan farkı, deneye dayalı bir eyleme
gerek duymadan, soyut kavramları da doğrulamayı
ve inanmayı; aynı zamanda, inanılan şeyin gereklerini
yerine getirmeyi
de içinde barındırmasıdır.

Daha çok dînî bir kavram olarak karşımıza çıkan îman,
sözlük anlamıyla bir inanç sistemine güçlü şekilde
bağlanmak
mânâsına gelir. İslâm dininde îman,
Allah’a ve O’nun elçisi Hz. Muhammed’e,
kutsal kitap Kur’an’da anlatıldığı gibi
güvenerek, şüphe etmeden, aksini düşünmeden,
samimiyetle, kalpten bağlanıp, inanmak
demektir.

İslâm dinine girmek isteyenler için ilk şart,
bildiğimiz gibi “Kelime-i Şehâdet” dediğimiz şu iki
cümleyi, kişinin gerçekten inanarak, aklıyla
kabullenerek, kalbiyle doğrulayarak, diliyle
açık açık söylemesidir. Eski tabirle buna
“dil ile ikrar ve kalp ile tasdik etmek” denirdi.

“Eşhedü en lâ ilâhe illallah
ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh =
“Ben şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur
ve ben yine şahitlik ederim ki, Hz. Muhammed,
O’nun kulu ve elçisidir.”


Bir olayı yaşayan, gören, olay hakkında bilgi sahibi
olan kişilerin gördüklerini ve bildiklerini anlatmasına
"şahitlik" denir. Olayı görmeyene, şahit denemez.
Şahit, olayı bilen ve bildiren kişidir.
İslam’a göre insanlar, Allah’ı göremezler ama,
içinde yaşadığımız kâinatta O’nun yarattığı
canlı cansız milyonlarca varlığın özelliği, evrendeki
sistemin dakik olarak hiç aksamadan işleyişi,
sanki O’nu gözle görmüş gibi kavramalarına ve
O’ndan başka ilâh olamayacağına kanaat getirmelerine,
yani inanmalarına, iman etmelerine yeterli olur.

Bu durumda artık, “duyduğuma göre bir Allah varmış”
veyahut “söylendiğine göre Allah’tan başka ilâh
yokmuş”
denemez. “Ben şahitlik ediyorum ki” denir.
Yani olayı “gözümle görmüş gibi kesin olarak biliyorum,
inanıyorum ve bildiriyorum”
demektir.
Kısacası akla kabul ettirmeden, kalbe şeksiz şüphesiz
doğrulatmadan, gerçekten iman etmiş olunmaz.


Îmanın inanmaktan bir farkı da, inancın
gereklerinin yerine getirilmesini kabullenmek

demiştik. Biz Amerika’da Kızılderililer olduğuna,
görmediğimiz halde inanıyoruz. Hatta daha soyut olarak
Jupiter diye bir gezegenin varlığına da inanıyoruz.
Ancak onların varlığına inanmaktan dolayı
herhangi bir şey yapmıyoruz. Yapmamız da gerekmiyor.
Ancak Allah’a inanıyorsak, O’nun emirlerine
ve yasaklarına uymak, elçisi Hz. Muhammed’in
peygamberliğine inanıyorsak, onun sünnetini
tatbik etmek ve onun tebliğ ettiği Kur’ân’daki
tavsiyeleri yerine getirmek zorundayız.

Tanrının sadece varlığına inanan deistlerle,
Allah’a iman eden müslümanlar arasındaki fark budur.

Bir kişinin, “ben Allah’a inanıyorum” deyip,
inancının gereği olan hiçbir şeyi yapmaması,
deistçe bir yaklaşımdan ibarettir. Gerçek müslüman,
Allah’a sadece inanmakla kalmaz, iman eder,
elinden geldiğince O’nun emirlerini yerine
getirmeye, yasaklarından da uzak durmaya çalışır.

İşte bu âyetlerde, “inandık” diyenlerin,
inançlarının imana dönüşmesi için neler yapmaları
gerektiğini Allah bizlere açık açık anlatıyor.
Dolayısıyla hitabın “Ey îman edenler” yerine,
“Ey inananlar” şeklinde tercüme edilmesi sanki
daha uygun görünüyor. Çünkü “inananlar”ın içine,
sadece inanıp başka hiçbir şey yapmayanlar
girebileceği gibi, inandığını zanneden veya
şeklen inanmış görünenler de girebilir.

Bunlara yapmaları gereken şeyler, hatırlatılabilir,
anlatılabilir. İman etmiş bir kimse ise,
sorumluluklarının farkındadır. Ona artık, “şunu yap,
bunu yapma”
demeye gerek kalmaz. Hele hele îman etmiş
birine, tekrar “îman et!” diye emredilmez.
Oysa ilk olarak ele alacağımız Nisâ sûresi 136’ da
Rabbimiz, “Ey inananlar! Allah’a, peygamberine,
ona indirilen kitaba ve daha önce vahyedilen
kitaplara iman edin”
buyurmaktadır.

Bu bilgiler ışığında şimdi Kur’an’daki
“Ey inananlar!” diye başlayan âyetleri,
gelin birlikte gözden geçirelim ve gerçekten
inanan insanlar olarak neler yapıp neler
yapmamamız gerektiğini öğrenmeye çalışalım.

Sonra da öğrendiklerimizi uygulayarak,
sadece inanan değil, iman eden müslümanlar
olalım. Dünya ve âhiret hayatımızın rotasını da,
ona göre çizelim.

Faydalı olması dileğiyle...