İnsanlık = Müslümanlık

Basit bir âletin bile, verimli olarak nasıl kullanılacağı,
mutlaka beraberinde verilen bir broşürle
anlatılır demiştik, bir önceki yazımızda.

İnsan gibi mükemmel ve aynı zamanda
karmaşık bir varlığı meydana getiren gücün de,
böylesine bir ürünün en verimli şekilde
nasıl kullanılacağı konusunda
bize bir bilgi vermesi gerekmez mi?

Yaratılışı çeşitli şekillerde açıklayan
felsefi görüşlerin hiçbirinde böyle bir bilgi yok.
Bu size biraz garip gelmiyor mu?

Oysa Allah, peygamberler vasıtasıyla bize ulaşan
kutsal metinlerde hem insanı nasıl yarattığını anlatıyor,
hem de insan olarak dünyada kendimize, etrafımıza,
diğer insanlara karşı nasıl davranmamız ve insanlığa
faydalı olabilmek için nasıl bir yol izlememiz gerektiğini,
anlayacağımız şekilde açıklıyor.

Bu durum, yaratılışın sırrını
kendi doğası içinde daha mantıklı, akla daha yatkın
ve daha inandırıcı izah eden bir yol değil mi?

İlk insan Hz. Âdem'in,
aynı zamanda ilk peygamber olarak görevlendirilmesi,
yaratılışın en başından itibaren insanın
dünyada nasıl hareket etmesi, neleri yapıp neleri yapmaması
gerektiği konusunda bilgilendirildiğini
ve belli kurallar çerçevesinde yönlendirildiğini gösteriyor.

İnsan, gerçekten dünyada eşi benzeri olmayan,
başka bir güç tarafından yaratılması imkânı da bulunmayan
mükemmel tasarlanmış, hârika bir varlıktır.
Böyle nadide bir eserin “özel bir kullanma kılavuzu”nun
olmaması mümkün değildir.

Sahip olduğumuz değerli bir otomobili, herhangi bir sorun
yaşadığımızda ancak özel servisine götürüp bilgi alırız.
Sanayideki tamircinin fikrine göre hareket etmeyiz,
ucuz diye fason üretilmiş parça kullanmayız,
benzin harcamasın diye tüp taktırmaya,
ya da orasına burasına aksesuar diye
ilaveler yapmaya kalkışmayız değil mi?

Ayrıca orijinalliğinin bozulmamasına,
boyasının çizilmemesine, üzerine toz bile
kondurulmamasına özen gösteririz.
İnsan, bir arabayla mukayese edilemeyecek kadar
üstün vasıflara sahip, değerine paha biçilemeyecek
mükemmel bir varlıktır.

Onu yaratan da, nasıl kullanılması gerektiğini
herhalde hepimizden daha iyi bilir.

Bir insanın dünyada yapması ve yapmaması gereken
bu kuralların bütününe biz “Din” diyoruz.
Hem insanın yaratılışındaki özellikleri, hem de
onun yaşam biçimini şekillendirecek dini kuralları,
aslına sâdık kalarak muhafaza etmeliyiz.
Orijinalliğini bozmamalıyız, kendimize göre daha iyi,
daha faydalı gibi düşüncelerle, eklemeler, çıkarmalar
yapmamalıyız. Elimizden geldiği kadar da yapanları
engellemeli, gerçeğini, doğrusunu arayıp bulmaya,
sonra da hayata geçirmeye gayret göstermeliyiz.

Bunun için elbette tek kaynağımız
Kur’ân-ı Kerim olacaktır


Allah insanları hiçbir dönemde başıboş bırakmamış,
her kavime ve topluluğa, ilâhi hükümleri tebliğ eden
bir elçi, bir peygamber mutlaka göndermiştir.
Zaman içinde bazı kuralların ortadan kalkması
veya yeni bazı kurallar eklenmesi,
peygamberlere vahyedilen bilgiler vasıtasıyla olmuştur.

Bazı peygamberlere muhtevası daha az olan
“Suhuf” dediğimiz ilâhî metinler;
bilebildiğimiz kadarıyla da Hz. Dâvud’a “Zebur”,
Hz. Mûsâ’ya “Tevrat”, Hz. Îsâ’ya “İncil” ve son olarak da
Hz. Muhammed’e “Kur’an” adıyla daha geniş
bilgiler içeren kitaplar gönderilmiştir.

Vahiy yoluyla kendisine “Kitap” veya “Suhuf”
gönderilen peygamberlere “Rasül = Elçi”,
önceki rasüllerin uyguladığı kuralları tebliğ eden,
devam ettiren peygamberlere de “Nebi” diyoruz.

Sonuçta dinin esası tektir, aynıdır, gelişmeler ve değişmeler
tamamen “İslâm Dini” çerçevesinde olmuştur.
Kur’an’da “Allah katındaki tek din, İslâm’dır” buyurulur.
İlk peygamber Hz. Âdem'den, son peygamber
Hz. Muhammed'e kadar, bütün peygamberlerin
tebliğ ettiği dinin adı İslâm'dır.


Halk arasında Yahudilik ve Hıristiyanlık diye bilinen
iki inanç sistemi de, İslâm Dini’nin önceki versiyonlarıdır.
Kur’an’da başka bir din adı geçmez. Allah peygamberlerine
vahyettiği kitaplarla dinini insanlara tebliğ ettiği için
Hz. Mûsâ’ya inanan yahudileri (Mûsevîleri) de, Hz. Îs’ya inanan
hıristiyanları (Îsevîleri) de “Ehl-i Kitap” olarak niteler.
Kısacası Yahudilik ve Hıristiyanlık, ayrı bir din adı değil,
insanların verdikleri isimdir.

Son elçi olarak gönderilen Hz. Muhammed’in
bütün insanlığın peygamberi olarak görevlendirilmesi,
Kur’ân-ı Kerim’in kurallarının da kıyamete kadar
geçerli olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.

Daha önceleri gelen peygamberler bir kavme hitap ederken,
son peygamber Hz. Muhammed ve ona vahyedilen Kur’an,
bütün insanlığa hitap etmektedir.

Bu bağlamda Kur’ân’da “Ey insanlar!” diye başlayan
âyetlerden anladığımız, inansak da inanmasak da,
öncelikle insan olarak hepimize bu tebliğin ulaşması
ve bizim de bu çağrıya mutlaka kulak vermemiz gerektiğidir.

Çünkü insanla Allah arasında
kimsenin koparamayacağı bir bağ vardır.
O bizim yaratıcımız, bizse onun yarattığı bir varlığız.
Ne kadar inkâr etsek de, karşı çıksak da, yok saysak da,
Allah’la bizim aramızdaki bu bağlantı kopmaz, kopamaz.

Kur’an’ın bütün insanlara ve insanlığa hitap ettiğini,
bu bağlamda inansın inanmasın herkese bir mesaj verdiğini
daha iyi anlatabilmek için, öncelikle "Ey İnsanlar!"
hitabıyla başlayan, özellikle de Allah’ın insanları
eşit olarak yarattığını, beşerî özelliklerinden dolayı
kimsenin kimseye üstünlük taslamaya
hakkı olmadığını beyan eden âyetiyle başlayacağız.

Âyette bir taraftan bize eşit olduğumuz gerçeği anlatılırken
özellikle Allah tarafından yaratılmış olduğumuza da
vurgu yapılıyor.

Allah’ın yarattığı, hem de “akıl” gibi üstün bir özellikle
donattığı varlık, yani insan olarak O’nunla aramızdaki
bu kopmaz bağı hiç unutmamak zorundayız.

Bu gerçeğin bizden daha iyi farkında olanlar
mümkün olduğunca “Allah” “Peygamber” “Din” “Kur’an”
“İslâm”
gibi kavramları duymamak ve duyurmamak, bizi de
ondan uzaklaştırmak için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar.

Bizim, İslâm’ın güzelliğini yansıtmaktan uzak bazı
aşırı tavırlarımız, şekilci ve dışlayıcı davranışlarımız,
farkında olmadan bu olumsuzluğa katkı sunmuş olabilir.

Ancak yeni nesiller, inançlara ve dinlere karşı takındıkları
bu tavırları, kendi özgür iradeleri ile seçtiklerini
zannetseler de, "dinin geçmişte kalan bir inanç sistemi olduğu,
günümüzde her şeyin bilimle çözüme kavuşturulduğu,
inanmanın ve inanca göre hareket etmenin bir tür gericilik
sayıldığı, dolayısıyla dini çağrıştıran her şeyden uzak durmak
gerektiği" şeklindeki yoğun baskı ve algı operasyonları
ile,
gençlerin bilinç altlarına bu duyguyu sinsice yerleştirenler,
insanları dinden ve ahlâktan, ancak Allah’ı unutturarak
uzaklaştırabileceklerini iyi bilenler ve planlayanlardır.


Oysa bin yıl önce de insanı yaratan Allah’tı,
beş bin yıl önce de... Sonuçta bugün de
insanın yine tek bir yaratıcısı var: Allah...

Bunu değiştirme gücüne sahip olmadığımıza göre
yaratıcımızla bağımızı koparmak için bir sebep var mı?

Samimi müslümanların yaşadığı dönemde insanlar,
günlük hayatlarında yaratıcı ile bağlantılarını
koparmamaya çok özen gösterirlerdi.
Gelin birlikte bir göz atalım:

Her işe besmeleyle,
“Bismillah = Allahın adıyla”
diyerek başlarlar;
bir iyiliğe, bir güzelliğe, bir nimete sahip olduklarında,
“Elhamdülillah = Allah’a şükürler olsun,
O her övgüye lâyıktır”
;
Herhangi bir şeye söz verirken,
“İnşâallah = Allah izin verirse”
;
Ne yapılacağına karar veremeyecek kadar
zor ve âciz durumda, yaradana sığınmak için
“Hasbünallah = Allah bize yeter”
;
Tamam, kabul ediyorum, onaylıyorum, demek için
“Eyvallah = Allah’tan gelen her şey kabulümdür”;
Bir işi inatla coşkuyla yapmak istediklerinde,
“Yâ Allah = Ey Allahım yardım et”;
Azimle bir işin hakkından gelmeye niyet ettiklerinde,
“Evel Allah = Her şeyden önce
O’nun yardımına güveniyorum
!”
Bir şeye kızdıklarında veya şaşırdıklarında
“Allah, Allah!”;
Bir şeylerin ters gitmesi halinde,
“Fesüphânallah = Her türlü insânî özellik
ve noksanlıktan Allah’ı tenzih ederim”
;
Yapılmayacak bir şeyi yaptıkları veya biri tarafından
övüldüğünde, kibirden, üstünlük, büyüklük taslamaktan
sakınmak için “Estağfirullah = Allah’tan af dilerim”;
Gelişen, büyüyen, kâr getiren bir şeyle karşılaştıklarında
“Mâşâallah = Allah izin verince her şey olur,
ne güzel, nazar değmesin, Allah nazardan saklasın”
;
Kötü bir şeyle veya başarısızlıkla karşılaştıklarında
“Hay Allah = Hakkında başarısızlık, kötülük, yanlışlık ve
ölüm gibi şeylerin geçerli olmadığı tek varlık Allah’tır”
;
ve sevdiklerinden ayrılırken “Allah’a ısmarladık =
Sizi Allah’a emanet ediyorum”
derlerdi.

Farkındaysanız yeni kuşaklar, yani modern neslimiz
bu deyimlerin hiçbirini artık bilmiyor ve kullanmıyor.

İnsan hayatı evet ortalama olarak 70-80 yıl.
Ama hiçbirimiz ne zaman öleceğimizi bilmiyoruz.
Az sonra bir kaza geçirmeyeceğimizin garantisi yok.
O yüzden sevdiklerimizden, arkadaşlarımızdan ayrılırken
“Allah’a ısmarladık” diyerek vedalaşmak,
onları Allah’a emanet etmek anlamına gelir.

“Tamam, akşama görüşürüz,
yarın mutlaka gelirim”
gibi
kesin ifadeler kullanmak yerine
İnşâallah = Allah izin verirse görüşürüz demek,
daha duygusal, daha insânî ve daha İslâmî
bir yaklaşım değil mi?

Şimdi büyük küçük herkesin dilinde “by by...”
Çocuklara önce bunu öğretiyoruz. Ne anlamsız bir kelime...

Allah’la bağımızı koparmak isteyenlerin
ekmeğine yağ sürdüğümüzün,
değirmenine su taşıdığımızın farkında değiliz.


Bilinçli bir din anlayışına sahip olarak tek amacımız
Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır.
Birisinden en ufak bir yardım, bir iyilik gördüğümüzde
ona teşekkür ederiz. Bu medenî ve insânî bir görevdir.
Bize sayısız nimetler, sağlık ve âfiyet bahşeden
yaratıcımıza karşı da şükran duygumuzu
ifade etmemiz gerekmez mi?


İşte bu şuura sahip insanlarımız, gördükleri iyilik karşısında
“Allah razı olsun” demeyi alışkanlık haline getirmişlerdi.
Bir insan için bundan daha güzel bir dilek,
bundan daha anlamlı bir dua, olabilir mi?
Biz bu duyguyu da çoktan kaybettik.

İnsanları birbirine yardım etmeye teşvik etmekten;
yapılan iyiliğe karşı alınan dua ile, insanlara, topluma
ve çevreye daha faydalı işler yapma gayretini artırmaktan öteye
böyle bir davranışın kişiye ne zararı olabilir?
Ama bize bunu “moderniteye aykırı” diye unutturdular.
Biz de ne yazık ki hiç düşünmeden kabul ettik.

Sonuçta biz insan olarak Allah’ın yarattığı bir kuluz.
İsyanımız, inkârımız bu gerçeği asla değiştiremez.
Sözgelimi “anamı babamı tanımıyorum” demekle
çocukla anne-baba arasındaki bağ kopar mı?

Bunun için Allah insanlara öncelikle
yeri, göğü, kâinatı ve ondaki canlı cansız bütün varlıkları
ve insan olarak bizi yaratan ve yoktan var eden
bir güç olduğunu anlatıyor.

Allah’a iman etmiş, gönülden inanmış, buyruklarına sarılmış
müslümanlar olarak bizim, insan yaratılmanın önemini,
İslâm gibi mükemmel bir dine sahip olmanın kıymetini

daha iyi anlamamız ve bilmemiz lâzım.

Müslümanlık, "insanca yaşamanın yolu" olarak,
ilk insanla birlikte sistemleştirilmişse
“Müslümanlık = İnsanlık”, “İnsanlık = Müslümanlık”tır.

Bilinçli bir insan ve bilinçli bir müslüman olmanın hazzı,
herhalde bu dünyada yaşanabilecek en büyük mutluluktur.

Kur'an diyor ki : "Ey İnsanlar!" İnansanız da inanmasanız da hitap hepinizedir.