“Ey İnsanlar!
Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.
Hepiniz Âdem’le Havvâ’nın çocuklarısınız.
Birbirinizle tanışmanız, yardımlaşmanız için,
sizi ırklara, kabilelere ve boylara ayırdık.
Hiçbirinizin doğuştan birbirinize karşı
imtiyazı ve üstünlüğü yoktur.
Allah katındaki en değerliniz, en üstününüz ise,
sadece sorumluluk bilinciyle yaşayanınızdır!”

Bütün insanlığın peygamberi olarak görevlendirilen
Hz. Muhammed’e vahyedilen kutsal kitabımız
Kur’ân-ı Kerim’de “Ey İnsanlar!” diye başlayan
en önemli uyarı, herhalde bütün insanların
eşit yaratıldığını, kimsenin kimseye
üstünlük taslamasının mümkün olmadığını haykıran
Hucurât sûresi 13. âyetidir.

Günümüzün modern dünyasında insanların eşit olduğu
söyleminin temeli, 26 Ağustos 1789’da yayımlanan
“Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” ile
10 Aralık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler
“İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ne
dayanmaktadır.

Bu, insanların kendi iradeleri ile
oluşturmuş oldukları bir kuraldır.

Yaklaşık 250 yıla yakın bir mazisi olmasına rağmen
ve günümüzde insanlık, medeniyet tarihinin
neredeyse zirvesine yaklaştığı halde, bugüne kadar
eşitliğin her yerde, her zaman hakkıyla uygulanması,
ne yazık ki mümkün olamamıştır.

Özellikle bu kuralı koyanlar
ya da koymak zorunda kalanlar,
sürekli kendilerini üstün gördükleri için,
başkalarının bu en doğal hakkını
hep görmezden gelmişler ve keyiflerine göre
çeşitli ayırımcılıklar icat ederek,
kendilerinden olmayanları hep hakir görmüşlerdir.

Oysa bundan 1400 küsur yıl önce İslâm Peygamberi
Hz. Muhammed’e bizzat yaratıcı tarafından vahiyle
bildirilen bu âyette, insanların biyolojik olarak
bir erkekle bir dişinin birleşmesinden meydana gelen
basit bir hücreden yaratıldığı ve bu yüzden aralarında
hiçbir fark ve üstünlük olamayacağı anlatılmakta,
eğer Allah katında bir derece söz konusu olacaksa,
bunun da ancak o kişinin hayatı boyunca ortaya koyduğu
insanca, müslümanca tavır ve davranışlarla
bağlantılı olduğu belirtilmektedir.

İnsanoğlu’nun asırlar boyu kendi cinsine karşı
sürdürdüğü zulüm döneminden sonra,
ancak 20. asırda “İnsan Hakları” adıyla
gündeme getirdiği “din, dil, ırk, cinsiyet farkı
gözetmeden insanın eşit olduğu”
gerçeğini
Kur’ân-ı Kerim 1400 sene önce şöyle ortaya koyuyor:
*****
Allah diğer varlıklara göre üstün nitelikte “insan” olarak yarattığı herkese hitaben diyor ki:
EY İNSANLAR !
“Hiç şüphe yok ki, biz sizi bir erkek,
sperm üreten fizyolojik-biyolojik bir cinsiyetle bir dişi,
taşınamayan üreme hücresinden yarattık.
Hepinizin dünyaya geliş şekli aynıdır, doğuştan imtiyazlı,
ayrıcalıklı bir durumunuz yoktur. Birbirinizle tanışmanız,
karşılıklı olarak yardımlaşmanız, kültür ve medeniyet
alışverişinde bulunmanız, İslâmî kurallarla örtüşen
milletlerarası teâmüllere uymanız, birbirinize
iyiliği tavsiye etmeniz için, sizi çeşitli boylar, sülâleler,
kavimler, aşiretler ve kabileler haline getirdik.

Sonuçta hepiniz Âdem ve Havvâ adında
bir anne-babanın çocuklarısınız. Dolayısıyla,
herhangi bir ırkın veya sınıfın diğerine üstünlüğü
söz konusu değildir. Yani, hepiniz, birbiriniz üzerinde
hiçbir kalıtımsal üstünlüğe sahip olmadan
tek bir insanlık ailesine mensupsunuz.

Bu yönüyle hepiniz eşitsiniz.
Dolayısıyla, nesep ve ırk hususunda
övünmenizin ve birbirinize üstünlük taslamanızın
veya birbirinizi küçümsemenizin hiçbir manası yoktur.
Belki de o hor gördüğünüz kimseler,
Allah’ın emirlerine daha çok ve daha iyi
riayet ettiklerinden dolayı,
O’nun için daha değerlidirler.

Gerçek şu ki, Allah katında
derecesi en yüce olanınız
, en değerliniz,
en üstününüz, en şerefliniz, en itibarlınız,
en seçkininiz; ırkınız, soyunuz, sopunuz, nesebinizden
bağımsız olarak, takvâ esaslarını iyice benimseyip
taviz vermeden hayata geçireniniz,
Allah’a itaatsizlikten en fazla sakınanınız,
günahlardan arınıp azaptan en çok korunanınız,
kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve
özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davrananınız,
dinî ve sosyal her konuda derin bir sorumluluk
bilincine sahip olanınız, sakınılması gereken şeylerden
en çok sakınanınız, Allah’ın kitabıyla yaşantısını
düzenleyip, yolunu, yordamını Kur’an’la bulmaya çalışanınızdır.

Irk, renk, zenginlik, güzellik, makam, şöhret,
güç gibi özellikler, İslâm’a göre asla
üstünlük ölçüsü değildir.
Allah gizli-âşikâr her şeyi hakkıyla bilmektedir,
yapıp ettiğiniz her şeyden de haberdardır.”
( Hucurât sûresi 49 / 13 )

NOT :
Koyu renkle yazılan âyet meâli Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı
“Kur’an Yolu” Tefsirinden alınmıştır.
Açık renkle yazılarak kelimelerin ve cümlelerin genişletildiği bölümler,
bizim yorumumuz değil, okuyucunun daha iyi anlayabilmesi ve kavrayabilmesi için
diğer meal yazarlarının eserlerinden derlenen açıklamalardır.

Faydalı olması dileğiyle...